2012’deki Londra Olimpiyatları’ndan 8 yıl sonra Türkiye’yi 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunlarına taşıyan “Kadın Voleybol A Milli Takımımızı” öncelikle kutlamak gerekirken, ardından paylaşılan söylemleri yazmamak olmazdı…
Bir belediye başkanı sosyal medya hesabından şunları paylaşmıştı:
"Allahu Teala'nın örtünün vücut hatlarınız belli olmasın emrine karşı çıkarak, açılıp saçılacaksın, kendini teşhir edeceksin sonra da Tokyo'ya gidiyoruz diye sevineceksin. Dünya şampiyonu olsan ne yazar. Müslüman kadın adap ve haya sahibidir. Yaptığı her işte Allah rızası gözetir. Dinimize göre kadınlar kendi aralarında spor yapabilirler. Erkekler huzurunda açık saçık değil”.
Bu çağda üst düzey yöneticilerimizin spora baktıkları pencerede ilk gördükleri kadının bedenini saran giysiler ise spor ile ilgili bir cehalet yaşandığı ifade edilebilir. Kadın bedeni ve giysileri üzerinden söylem üretmek hiç de yabancı olmadığımız bir durum. Ancak yöneticilerimiz bilmelidir ki spor evrensel dili, felsefesi, kültürü, ortamı, sembolleri ve giysileri olan toplumsal bir olgudur. Baktığımız pencere bu olursa daha yararlı fikirler üretebiliriz. Ancak eğer sporda tüm bileşenleri gözardı edip sadece kadın bedenine ve giysilerine odaklanırsanız sporu anlatmanız güçleşebilir ve başka bir şey anlatmaya başlarsınız.
Sporun felsefesine, yani “Olimpizm”e göre sporun temel değerlerinden biri sporun özgürleştirici bir eylem olduğudur. Spor ile yaşamı anlamlandıran bireyler özgürlüğü yaşarlar. Spor sayesinde kişilik ve özgüven kazanılır toplumda bir statü elde ederler. Erkek egemen bir toplumda yaşadıkları olumsuz deneyimler kadınların kariyer basamaklarını çıkmalarında engeller oluşturmaktadır. Bilimsel literatürde farklı kavramlarla ifade edilen bu engeller; cam tavan, cam uçurum, cam duvarlar, tokenizm, kraliçe arı gibi sendromların varlığı sporda da kadınların ilerlemesini, çalışma yaşamı içinde görünürlüğünü azaltmaktadır. İşte bu engellerin içine yeni bir engel olarak “yönetici zaafiyet söylemleri” ni de eklemek hiç de uygunsuz olmayacaktır. Bu gibi durumların yaşanması sporcu kadınlarımızı hedef göstermektedir. Bunları hele halkın sağlığından kentsel yaşamın refahından sorumlu yöneticiler yaparsa vay halimize, vay halimize…
Sporun kurumlarının bu tür olaylar karşısındaki tutumları ve duruşları da önemli bir konudur. Bu bağlamda Voleybol Federasyonumuzun tutumu kutlanacak ve spora yakışır olmuştur:
“Yurttaşlarımızın ortak sevinç yaşadığı, bu ülkenin vatandaşı olmakla gururlandığı böylesi tarihi bir anda, toplumu ayrıştıran, nefret söylemine varan açıklamalarda bulunan bir belediye başkanına karşı, ülke genelinde gösterilen güçlü demokratik tepkiyi, sporun da amaçlarından olan kardeşlik ve barış ideallerine birlikte sahip çıkılması bakımından anlamlı buluyoruz. Böylesi çirkin yaklaşımlar ve girişimler ne sporcularımızı ne de Federasyonumuzu yıldırmayacaktır. Milyonlarca kız çocuğumuza, gencimize rol model olan A Milli Kadın Voleybol Takımımızın ülkemizi temsil etmenin bilinci ve sorumluluğuyla, başarılarına yeni başarılar ekleyeceğinden herkes emin olmalıdır”.
Sporcu kadınlarımız da kendilerine ve spora yakışır paylaşımlar yapmışlardır. Voleybol takımımızın kaptanı Eda Erdem Avrupa ikincisi olduktan sonra 9 Eylül 2019 tarihinde yaptığı açıklamasında;
"Madalyamız ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün 'ey kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın' dediği Türk kadınlarına armağan olsun” demiştir.
Cinsiyet, ırk, din gibi unsurların yanına sporu da koyarak toplumumuzu ayrıştırmaya çalışan tüm söylemleri reddediyor sporun insan birlikteliğine hizmet etmesi gerektiğinin altını tüm spor aktörlerinin defalarca çizmesi gerektiğine inanıyoruz. Bunu da yazmamak olmazdı…