THİNK-2
THİNK-1
ÖMER ZOR
Köşe Yazarı
ÖMER ZOR
 

Dilimize yerleşmiş 10 İstanbul deyimi

    1. ÜSKÜDAR’DA SABAH OLDU   Üsküdar’da deniz kıyısındaki Valide Sultan ve Mihrimah Sultan camilerinin müezzinleri, karşı tarafta yaşayan padişaha seslerini duyurabilmek ve ondan ihsan alabilmek, belki saray müezzinliğine yükselebilmek ümidiyle sabah ezanlarını mutlaka Beşiktaş’taki cami müezzinlerinden önce okurlarmış. Bir şeyin zamanını geçirmek, geç kalmak anlamında bugün dahi kullanılmakta olan “Üsküdar’da sabah oldu” deyimi vaktiyle aynı hat üzerinde olmalarına rağmen Üsküdar’ın Beşikta’tan önce okunan sabah ezanlarından kaynaklanmıştır.   2. MARMARA ÇIRASI GİBİ TUTUŞMAK   Eskiden ocak, soba veya mangalda ateş yakabilmek için çıralar kullanılır, bu çıralar ise çarşılarda tutam halinde satılırdı. Aniden parlayanlar, öfkelenenler için kullanılan bu deyim, sakızlı çam ağaçlarıyla meşhur olan Marmara Adası’ndan toplanan, reçinesi bol olduğu için kolay yanan çıralardan doğmuştur.   3. KABAK BAŞINDA PATLAMAK   Su kabaklarının içleri oyularak şişe gibi kullanıldığı yıllarda, Galata meyhanelerinde içleri şarap dolu kabaklar sıra sıra vitrine dizilir; isteyen külhanbeyi hangi kabağın ipini keserse onu alır ve bitirmeden yerinden kalkmazmış. Meyhaneye yapılan baskınlarda zabıtalar ve bekçiler tarafından mekandaki küpler ve fıçılar devrilir, sıra sıra asılmış şarap kabakları da meyhaneci ve araya giren müşterilerin başında patlatılırmış.   4. DİNGONUN AHIRI   İstanbul’da ulaşım için atlı tramvayların kullanıldığı yıllarda, iki at ile çekilen tramvaylara, dik Şişhane yokuşunu çıkabilmesi için fazladan atlar koşturulurdu. Azapkapı’da tramvaya eklenen takviye atlar, Taksim’de Dingo isimli bir Rum vatandaş tarafından işletilen ahırda dinlendirilir, sonra tekrar Azapkapı’ya götürülürlerdi. Gün içinde sürekli atların girip çıktığı ahırın bu durumu dolayısıyla, girenin çıkanın belli olmadığı yahut her önüne gelenin girip çıkabildiği yerler için bu deyim kullanılmıştır.   5. GOYGOYCULUK YAPMAK   Vaktiyle Muharrem ayında ilahiler okuyarak kapı kapı dolaşıp dilenen tarikat mensubu dilencilere goygoycu adı verilirdi. Bu kişiler, Muharrem ayından iki gün önce Üsküdar’daki tekkelerine giderek şeyhlerinin yanında toplanır ve buradan dörder beşer kişilik gruplar halinde semtlere dağılırlardı. Muharrem’in birinci gününden onuncu gününe kadar sokaklarda ilahiler okuyarak dolaşan goygoycular, gülbank çekerler ve durdukları kapının önünde dua ederlerdi. Günümüde bu deyim gevezelik, boşboğazlık yapmak anlamında kullanılmaktadır.   6. ÇAPULCU   Vaktiyle tulumbacı takımlarına sızmış işsiz güçsüz adamlara çapulcu adı verilirdi. Bunlar zaman içinde birtakım sınavlardan ve denemelerden geçerek takıma alınmlarına rağmen, bazıları ahlak düşkünlüğü sebebiyle yine ilk fırsatta yangın yerinden hırsızlığa kalkışırlar, durum fark edilirse polise teslim edilirler ve o semte bir daha adım atamazlardı.1910’lu yıllarda İstanbul şehreminliği görevini sürdüren Cemil Topuzlu, hatıralarında itfaiye teşkilatındaki aksaklıkları dile getirirken “çapulculuktan” bahsetmektedir.   7. BULGURLU’YA GELİN GİTMEK   Bir işte gereğinden fazla telaş gösterenlere söylenen bu deyimin hikayesi şudur; Bulgurlu Köyü, suyu ve havası nedeniyle güzel bir köydür, eskiden beri de pehlivan çıkaran bu köyün delikanlıları güzelliği ile meşhur olmuştur. Bu delikanlılarla evlenmek için civardaki köylerin genç kızları can atarlardı. Dokuz gün festival havasında geçen Bulgurlu’nun düğünleri de pek meşhurdu. Eğer Bulgurlu’dan bir görücü gelip kızı beğenerek nişan taktı mı, kız nişan bozulur korkusuyla çeyizini noksanlarını tamamlaması, bir an evvel nikah kıyılıp Bulgurlu’ya gelin gitmek için annesini, babasını gece gündüz sıkıştırırmış.   8. PÜSKÜLLÜ BELA   II. Mahmud devrinde önce askerler, ardından memurlar için resmi başlık olarak kabul edilen fes, kısa sürede halk arasında da kullanılmaya başlanır. Fesin yaygınlaşmasıyla beraber değişik renk ve biçimlerde, püsküllü ve püskülsüz biçimde modeller ortaya çıkmıştır. Yağmur ve kardan kalıbı bozulan, rüzgarda püskülleri sürekli karışan fesin kullanımı zahmetli ve masraflı bir iştir. Püsküllü bela deyimi bu durumdan esinlenerek ortaya çıkmıştır.   9. BALIK KAVAĞA ÇIKINCA   Karşılıklı noktalarda bulunan Rumeli ve Anadolu Kavağı, çok rüzgarlı ve akıntının kuvvetli olduğu yerlerdir. Buralarda bu yüzden balık tutmak neredeyse imkansızdır. İstanbul’da balığın bol bulunduğu ve dolayısıyla fiyatının düştüğü zamanlarda şehirde tutulan balıkların, Kavaklar’a kadar götürülüp satıldığı görülür. Diğer zamanlarda düşük ücretle balık almak isteyen müşterilere balıkçılar tarafından verilen cevap ise “O sizin dediğiniz ücret balık kavağa çıkınca olur” şeklindedir.   10. İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK   Kılık kıyafetleriyle dikkat çeken İstanbul hanımefendileri ve beyefendileri için kullanılan bu tabir, aynı zamanda gösterişten uzak ve giydiğini kendisine yakıştıran anlamlarını da taşır. Deyimde geçen “dirhem” ve “çekirdek” tabirleri kuyumculukta hassas tartılar için kullanılan ağırlık ölçüleridir. O dönemde piyasada en değerli para olan Osmanlı altını, tartıda iki dirhem bir çekirdek gelmektedir. Kılık kıyafet konusunda titiz olan kimselerin piyasada en yüksek değere ve hassas ölçülere sahip altın sikkeyle beraber değerlendirilen bir deyim olmuştur.
Ekleme Tarihi: 07 Eylül 2019 - Cumartesi

Dilimize yerleşmiş 10 İstanbul deyimi

 
 
1. ÜSKÜDAR’DA SABAH OLDU
 
Üsküdar’da deniz kıyısındaki Valide Sultan ve Mihrimah Sultan camilerinin müezzinleri, karşı tarafta yaşayan padişaha seslerini duyurabilmek ve ondan ihsan alabilmek, belki saray müezzinliğine yükselebilmek ümidiyle sabah ezanlarını mutlaka Beşiktaş’taki cami müezzinlerinden önce okurlarmış. Bir şeyin zamanını geçirmek, geç kalmak anlamında bugün dahi kullanılmakta olan “Üsküdar’da sabah oldu” deyimi vaktiyle aynı hat üzerinde olmalarına rağmen Üsküdar’ın Beşikta’tan önce okunan sabah ezanlarından kaynaklanmıştır.
 
2. MARMARA ÇIRASI GİBİ TUTUŞMAK
 
Eskiden ocak, soba veya mangalda ateş yakabilmek için çıralar kullanılır, bu çıralar ise çarşılarda tutam halinde satılırdı. Aniden parlayanlar, öfkelenenler için kullanılan bu deyim, sakızlı çam ağaçlarıyla meşhur olan Marmara Adası’ndan toplanan, reçinesi bol olduğu için kolay yanan çıralardan doğmuştur.
 
3. KABAK BAŞINDA PATLAMAK
 
Su kabaklarının içleri oyularak şişe gibi kullanıldığı yıllarda, Galata meyhanelerinde içleri şarap dolu kabaklar sıra sıra vitrine dizilir; isteyen külhanbeyi hangi kabağın ipini keserse onu alır ve bitirmeden yerinden kalkmazmış. Meyhaneye yapılan baskınlarda zabıtalar ve bekçiler tarafından mekandaki küpler ve fıçılar devrilir, sıra sıra asılmış şarap kabakları da meyhaneci ve araya giren müşterilerin başında patlatılırmış.
 
4. DİNGONUN AHIRI
 
İstanbul’da ulaşım için atlı tramvayların kullanıldığı yıllarda, iki at ile çekilen tramvaylara, dik Şişhane yokuşunu çıkabilmesi için fazladan atlar koşturulurdu. Azapkapı’da tramvaya eklenen takviye atlar, Taksim’de Dingo isimli bir Rum vatandaş tarafından işletilen ahırda dinlendirilir, sonra tekrar Azapkapı’ya götürülürlerdi. Gün içinde sürekli atların girip çıktığı ahırın bu durumu dolayısıyla, girenin çıkanın belli olmadığı yahut her önüne gelenin girip çıkabildiği yerler için bu deyim kullanılmıştır.
 
5. GOYGOYCULUK YAPMAK
 
Vaktiyle Muharrem ayında ilahiler okuyarak kapı kapı dolaşıp dilenen tarikat mensubu dilencilere goygoycu adı verilirdi. Bu kişiler, Muharrem ayından iki gün önce Üsküdar’daki tekkelerine giderek şeyhlerinin yanında toplanır ve buradan dörder beşer kişilik gruplar halinde semtlere dağılırlardı. Muharrem’in birinci gününden onuncu gününe kadar sokaklarda ilahiler okuyarak dolaşan goygoycular, gülbank çekerler ve durdukları kapının önünde dua ederlerdi. Günümüde bu deyim gevezelik, boşboğazlık yapmak anlamında kullanılmaktadır.
 
6. ÇAPULCU
 
Vaktiyle tulumbacı takımlarına sızmış işsiz güçsüz adamlara çapulcu adı verilirdi. Bunlar zaman içinde birtakım sınavlardan ve denemelerden geçerek takıma alınmlarına rağmen, bazıları ahlak düşkünlüğü sebebiyle yine ilk fırsatta yangın yerinden hırsızlığa kalkışırlar, durum fark edilirse polise teslim edilirler ve o semte bir daha adım atamazlardı.1910’lu yıllarda İstanbul şehreminliği görevini sürdüren Cemil Topuzlu, hatıralarında itfaiye teşkilatındaki aksaklıkları dile getirirken “çapulculuktan” bahsetmektedir.
 
7. BULGURLU’YA GELİN GİTMEK
 
Bir işte gereğinden fazla telaş gösterenlere söylenen bu deyimin hikayesi şudur; Bulgurlu Köyü, suyu ve havası nedeniyle güzel bir köydür, eskiden beri de pehlivan çıkaran bu köyün delikanlıları güzelliği ile meşhur olmuştur. Bu delikanlılarla evlenmek için civardaki köylerin genç kızları can atarlardı. Dokuz gün festival havasında geçen Bulgurlu’nun düğünleri de pek meşhurdu. Eğer Bulgurlu’dan bir görücü gelip kızı beğenerek nişan taktı mı, kız nişan bozulur korkusuyla çeyizini noksanlarını tamamlaması, bir an evvel nikah kıyılıp Bulgurlu’ya gelin gitmek için annesini, babasını gece gündüz sıkıştırırmış.
 
8. PÜSKÜLLÜ BELA
 
II. Mahmud devrinde önce askerler, ardından memurlar için resmi başlık olarak kabul edilen fes, kısa sürede halk arasında da kullanılmaya başlanır. Fesin yaygınlaşmasıyla beraber değişik renk ve biçimlerde, püsküllü ve püskülsüz biçimde modeller ortaya çıkmıştır. Yağmur ve kardan kalıbı bozulan, rüzgarda püskülleri sürekli karışan fesin kullanımı zahmetli ve masraflı bir iştir. Püsküllü bela deyimi bu durumdan esinlenerek ortaya çıkmıştır.
 
9. BALIK KAVAĞA ÇIKINCA
 
Karşılıklı noktalarda bulunan Rumeli ve Anadolu Kavağı, çok rüzgarlı ve akıntının kuvvetli olduğu yerlerdir. Buralarda bu yüzden balık tutmak neredeyse imkansızdır. İstanbul’da balığın bol bulunduğu ve dolayısıyla fiyatının düştüğü zamanlarda şehirde tutulan balıkların, Kavaklar’a kadar götürülüp satıldığı görülür. Diğer zamanlarda düşük ücretle balık almak isteyen müşterilere balıkçılar tarafından verilen cevap ise “O sizin dediğiniz ücret balık kavağa çıkınca olur” şeklindedir.
 
10. İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK
 
Kılık kıyafetleriyle dikkat çeken İstanbul hanımefendileri ve beyefendileri için kullanılan bu tabir, aynı zamanda gösterişten uzak ve giydiğini kendisine yakıştıran anlamlarını da taşır. Deyimde geçen “dirhem” ve “çekirdek” tabirleri kuyumculukta hassas tartılar için kullanılan ağırlık ölçüleridir. O dönemde piyasada en değerli para olan Osmanlı altını, tartıda iki dirhem bir çekirdek gelmektedir. Kılık kıyafet konusunda titiz olan kimselerin piyasada en yüksek değere ve hassas ölçülere sahip altın sikkeyle beraber değerlendirilen bir deyim olmuştur.
Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve artihabergazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu 2023 deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler grandpashabet güncel adres canlı casino akademik sofia deneme bonusu veren siteler grandpashabet betpark süperbetin giriş betebet bets10 Matadorbet vdcasino tipobet giriş deneme bonusu